BİR GARİP EFSANE!

Mit mi efsane mi?

Biraz daha mı batılı? 

Kesin bir öykü vardır?

Dünya bir toz bulutuydu… Bunları geçiyorum.  

İnanışın ayırt edici özelliği bu iki kavramı keskin şekillerde belki de ayıramadı.  Hemen kısa bir bilgi: 

Kozmogoni, evrenin nasıl yaratıldığını açıklayan mittir.

Teogoni, tanrıların ve yarı tanrıların nereden geldiğini nasıl yaşadığını açıklayan mittir.

Eskatoloji, Dünyanın sonu, evrenin kaderini açıklayan mittir.

Antropogami, insanın kendi varlığı ve yaratılış ile ilgili mitlere denir. 

Bugün adına ciltlerce kitaplar yazılan, derlenen o kıymetli mitler insanoğlunun kendi varlık arayışının bir sonucudur. Sosyal varlık olmanın getirdiği acizlikle yaratma, kurma yoluna gitmiştir. Biraz mantık yahu! 

Neyin bilinçaltıyla hikayeleri oluşturuyorsun. Tanrıya bakıyor, tanrıyla konuşuyor hatta tanrılara kumpas kuruyorsun. Hangi dönemin gözüyle bakarsak bakalım tam olarak bir trajedidir bu. Yapmayın tapındığımız, kutsal saydığımız değerler ulaşılmaz olsun. Biz sizlerin tanrı dediklerinize kral, paşa, hükümdar, hakan diyelim akla yatkın olsun. 

Etkileyici ve şaşırtıcı anlatılar olması haricinde elle tutar yanı olmayan mitler belki de dikkat çekmek isteyen milletlerin oluşturduğu, tanrı heykellerinin, tablolarının bulunduğu basit kurgu kurbanlarıdır.

Belki de otorite sahibi  bir zümrenin canım halkı kontrol altında tutmak için söyledikleri siyah yalanlardı. Bunu bilemeyiz. Yine de kültürel mirastır diyerek bağrımıza basarız. Gerçekmiş gibi dinleyip bir gün Zeus’un karşısına çıkmayı , Afrodit ile dedikodu yapmayı, Pegasus ile uçmayı, Medusa ile yılanlarımızı kapıştırmanın hayalini kurarız. Bu kısa süreli nevrotik durumdan er-geç uyanırız. 

Efsaneler ise Anadoluda köklü inanışın temelleri üzerine inşa edilmiş bir manevi kurallar bütünüdür. Kıssadan hisse çıkararak hayatımıza empoze edip olağanüstü özelliklerini kabul ederek inanma eylemini gerçekleştiririz. Mutlu son ile biten efsaneler bizi rahatlatır. İyi insan olma mesajları veririz. Kötü sonla bitenler ise nefretimizi ikiye katlar. Mesela

Anavarza inanılmaz güzelliklere sahipmiş. Halk barış içinde yaşar varlıklarını sevdikleri tanrı Anavo  gölgesi altında devam ettirirmiş. Ancak Anavarza’nın tek problemi sularının olmamasıymış.  Tanrı Anavo duruma çok üzülüyor çözümler bulmaya çalışıyormuş. 

Tanrı Anavo’nun güzeller güzeli bir kızı varmış. Anavarza’da herkes ona hayran herkes divane olurmuş. Günlerden birgün Tanrı Anazarbes’i istemeye iki tanrı birden aynı anda gelmişler.  Tanrı Anavo şaşkınlık kızı Anazarbes’e:

-Kızım iki görücü tanrı birden geldi ben seni hangisine vereyim, der.

Anazarbes:

-Ondan kolay ne var babacığım? Anavarzaya kim suyu bulur önce getirirse ben onunla evlenirim, der.

Aradan uzun zaman geçer ve Misis tanrısının oğlu ile Sis tanrısının oğlu su getirme yarışına girer. Anazarbes, Sis tanrısının oğlunu sevmektedir. Ona her türlü yardımı yaparak evlenmek istemektedir. 

Ancak heyhat Misis tanrısının oğlu hızlı şekilde yaptığı surlarla Akdeniz’in suyunu  Anavarza’ya dökmüştür. Kız sarayından Misis suyunun Anavarzaya döküldüğünü görünce  1000  m’lik Anavarza Kalesinden atlayarak intihar ediyor. Korkmayın kız tanrı ölemez. Kızı odasına yatırılıyor ve gece ansızın Misis Tanrısının oğlu çift başlı ejderhaları ve şahmeranın yılanlarını yanına alıp Anazarbes’in odasına giriyor. Şahmeran yaptığı büyülü zehri tüm yılanlarına içiriyor. Yılanlar Anazarbesin dört yanını çevreleyip ısırmaya başlıyorlar. Acı ve kanlar içinde kalan Anazarbes hakkın rahmetine kavuşuyor.

Evet inandık. Harikasınız. Oscarlık bir hikaye. Tek inandırıcılık tanrı unsurunun olması. Gönül ister ki kült kabul ettiğimiz kutsalların daha fazla kullanılarak tanrıların çıkarlarımıza ve kötü niyetlerimize allet edilmemesiydi. 



            E.EESME DİLCİ