EDEBİYATIN GELİŞİMİ ÜZERİNE 

       İnsanoğlu çağlar boyu kendini ifade etme amacı gütmüştür. Bu ifade biçimi resim, müzik, dans şiir vb. şekillerde kendini gösterir. Kişisel farklılıklar bu yansımaların çeşitlenmesinde etkili olmuş bunu dil ve içeriklerle de zenginleştirmişlerdir. Dünyanın gündemi, ekonomisi, salgın hastalıkları, savaşları değişse de duygular kalıcılığını devam ettirmiştir. Bu duygular bastırılmaya çalışılsa da özünden herhangi bir şey kaybetmemiştir. Türk edebiyatında duygu üzerine tipik bir yoğunluğun yaşandığı çevredir Servet-i Fünun. Dönemin şiir anlayışını anlayabilmemiz o dönemin gözü ile bakmamız gerekir. Servet-i Fünun çevresine baktığımız zaman iyi eğitim almış batıyı takip eden ancak bu muazzam duygulardan bizi mahrum bırakan dil anlayışına sahiptirler. Anlaşılma gayesi olmayan bu çevre alışılmadık tamlamalar ve döneminin siyasi baskılardan kaynaklı bunalım ve hislerini kağıda dökerek aktarmaya çalışmışlar. Bu durum can sıkıcı olsa da edebiyatımızın en içli, en müzikli, ritmik ve ahenkli şiirlerin oluşmasında etkili olmuştur.

       Güzel ve etkili şiirin zemini asla boş değildir. Doldurulması gerekir. Bu aldığınız eğitim, yakın çevreniz ve sosyal ortamınızla gerçekleşir. Her türde başarıya ulaşmak kıvrak zeka ve ince hesaplamalarla gerçekleşir. İçinde bulunduğumuz çevrenin, topluluğun savunuculuğunu yapmak tüm topluluk üyelerine düşer. Servet-i Fünun’un beyin takımında Hüseyin Cahit etkili olduğu gibi Cenap Şahabettin, Tevfik Fikret gibi sanatçılarda yapılan eleştirilere karşılık vermişlerdir. Topluluğun gelişmesi için Batıyı takip edip yeni türler, şekiller, biçimler ve anlayışlar geliştirmişlerdir. Şunu kabul etmek gerekir ki anlaşılmaz olan şiirleri sembolizm ve parnasizmin etkisi ile ritmik ve gerçekçi bir anlayışa kavuşturmuşlardır. Serbest müstezad onları baskılı dönemde kendi şiir dünyalarında sınırsız özgürlük sağlamıştır. Sone-terza rima , ottova rima gibi Avrupai tarz ve tekniklerden nasibini almışlardır.

      Evrende sınırsız sayıda konu yer alır. Belki de çekilen büyük sorunlardan biri de söylenmek istenenin söylenmeyip aile içi ilişkiler, entrikalı enses  birliktelikleri, hüzün, melal, acı ve doğa gibi bir çerçeveye sıkışmış olmalarıdır. Özellikle birbirini takip eden benzer konulu romanların olması taklitçilik mi? Diyerek düşündürüyor. Örneğin Aşk-ı Memnu ile Eylül romanını temelde “yasak aşk” konulu olması bir örneğidir. Çeşitli entrikalarla örülü bu ağda kaçış itemi en önemli ögelerden biridir. Bunlara ek olarak roman dilinin şiir diline göre sade olması  bu çevrenin anlaşılmasında etkilidir.
Şiir ve romanda gösterilen başarı tiyatroda gösterilememiştir. Teknik açıdan kusurlu diyebileceğimiz, sahnelenmek için değil okunmak için yazılan tiyatroları karşımıza çıkar. Buna sebep olarak istidat gösterilebilir. Halit Ziya, Mehmet Rauf bu türde etkili olmayıp yine de mahrum kalmamak için yazmış olabilirler. Edebiyatımızda modern ilklerin yaşanması ve bunun devam ederek günümüze ulaşması Servet-i Fünun sayesindedir.

       Kalabalık çevrelerde farklı düşünceler bir zaman sonra çatışmaya başlar. Bizi bir araya getiren şey ortak hedeflerimizdir. Bu hedefin dışına çıkıldığında engellemeler olduğundan çevre ilişkileri de bozulabilir.  Bunun toplulukta ilk sinyali Ali Ekrem’in topluluğu eleştirdiği Şiirimiz isimli yazısının Tevfik Fikret tarafından sansüre uğratılmasıyla verildi.  Topluluğun kendi kendisini eleştirmeye başlaması ve Hüseyin Cahit’in Edebiyat ve Hukuk makalesini yayınlamasıyla derginin ve topluluğun dağılması kaçınılmaz oldu.
Sansürlerin , baskıların, jurnallerin yoğun yaşandığı bu dönemde kalıcı iz bırakacak ve büyük kitleleri peşinden sürekleyecek bu çevre,  edebiyatımıza çok şey kazandırmıştır.  Bunların en başında da doğru batılılaşma ve modernleşme gelmektedir.


          E.ESME DİLCİ