Dans, insanlığın varlığı kadar eski tarihlenir ve doğayı taklitle şekillenir. İletişimle de bağı çok kuvvetlidir. Av törenleri, dişiyi/erkeği etkileme, doğum, ölüm yağmur yağdırma, doğaüstü varlıklarla iletişime geçme gibi birçok konuda dans iletişim aracı olarak kullanılmıştır.
Yağmuru, ağaçları hayvanları vb. görüp öykünür ve insan kutsal olanla iletişimde dansı kullanır. Dini törenlerde, kutsal günlerde çeşitli oyunlar ve danslar yapılmıştır. Örnek olarak avlanma, ok atma, bunun yanında Şamanizm de şamanlar ayinlerinde dansı kullanırlar; eskilerden günümüze kadar dayanan Cemlerde semah dönülür. Mezheplere göre değişiklik gösterse de bu dönemlere dansın kılık değiştirmiş hali de diyebiliriz. İlkel insan yiyeceğini, sığınacağı yeri sağlayınca arkasından dans gelir. Peki dansı nasıl kullanırlardı? Dans kendisinden sonra dili getirir. Dil, iletişim aracı olarak kullanılır, ilkel insanlar ise duygularını anlatabilmek için hareketlerini kullanırlar ilkel danslar, dinsel ve büyüsel niyelik taşır. Dans hayatlarının tüm geçiş dönemlerine eşlik eder. Türk kültürü de dahil olmak üzere; Türkler Anadolu'ya geldiklerinde İslamiyeti kabul etmişlerdi. İslam dininde puta taparak ve çok tanrılı dinleri yok etmeye çalışan, dansları yasaklama yoluna girmiştir. İslam ülkelerinin kültürlerinin de Türk kültürüne etkisi olmuştur. Bu etkiye resim, heykel ve tiyatro arasında baktığımızda olumsuzdur. Çünkü İslamiyete göre Tanrı büyün varlıkları yoktan var eder. Göçebe Türk toplumunun Orta Asya'dan getirdikleri yerleşik kimlik ve kültür çevresi İslamiyette yasaklı olan pek çok durumları uygulamasına imkan verdi. Bu kimlikle inançlarını, sosyal çevrelerin ve kültürlerini icra etmeyi sürdürdüler
Bütün bunların hepsini ele aldığımızda dansın tarihsel gelişimine değinmek gerekir, ilkellerin mask, tılsım ve bolluk gibi danslardan sonra sınıfların oluşmasıyla birlikte yeni dans çizgileri ve biçimlerini de oluşturmuştur. Köleci toplumda rahipler, danslı ayinleri ve törenleri kendi sınıfsal çıkarları için kullanmışlardır.
Bunun dışında köle sahipleri de kendi eğlenceleri için kölelerden oluşan dans ve müzik topluluklarına isim vermişlerdi.
Feodal Orta Çağ Avrupa'sında saraydaki sosyete dansı ile köylü ve zanaatçi dansı kesin bir biçimde birbirinden ayrılmıştır. 11 ve 15. yüzyıllarda ezilen sınıfların çaresizliği, dans çılgınlığı ve tutkunluğu biçiminde kendini göstermiştir.
Diltmer'e göre; sanatın en eski belirtisi danstır. İnsanın, ilk anlatım aracı olan, bedenin en etkin kullanımına olanak tanıyan dans, ruhsal durumların ve gerilimlerin devinime dönüştüğü bir boşalımdır.
Değişik sosyal sınıflarda farklı hareketlerle anlamlar yüklenen figürler ortak acıyı, sevinci, coşkuyu, verebilirler
"Coğrafya kaderindir." sözü kişinin özbenliğini ortaya koymasında bunu figürlerle, hareketlerle sağlamasında etkili olmuştur. Bu bağlamda, farklı coğrafyalarda, olaylar, yaşam, çevre farklılığı dansın çeşitlenmesinde olanak sağlamıştır.
Tüm dünyada halk danslarına ait figürler, çok değişik amaçlarla oluşturulmaktadır. Bu figürler geçmişte yaşamış tarihsel bir olayı, üretim biçiminden kaynaklanan sosyal davranışları, Pogan dönemlere ait inançsal ritüelleri, kadın ve erkeğin birbirlerine kur yapmasını, doğadaki hayvanların ya da yalnızca koreografik ve estetik bir oyun amacını içerebilmektedir.
Özellikler inançsal ritüellerin bir uzantısı olarak halk danslarını, o inancın mensubu olan halkların kolektif belleğini atlamadan görüklerini hayat algısı içermesi bakımından göterge bilimsel bir anlam havuzuna benzetilir. Bu dans türlerinin figürsel bağlamdaki inançsal anlamdan, içindekileri sözler tarafından da desteklenmektedir. Alevi semahlarına ait figürler, çalışma boyunca bu alanı da ele alınmıştır. Pisagoras felsefesinden, Mevlevliğe kadar Anadolu toprağının ortak bir mahsülü olarak algılanması gereken birçok kültürle içiçe olmuş da alevi kültürünü, bu kültüre ait danslarla da uzaktan yakından bir akrabalığa sahiptir. Tarikat uygulamaları da dahil olmak üzere Anadolu inançlarının birçok türünde, inanç ritüellerini yerine getirmek için denerek ibadet etmenin kökenleri ise eski bir anadolu uygarlığından Hititlere kadar dayanmaktadır. Kökleri bu kadar eskiye dayanan dansın yanında insanlık kültürünün ilk kıvılcımını atan bireyin somutlaştırma dürtüsünün mahsülü lan oyunlara da ucu dokunur.
Oyun kültürden daha eskidir. Nitekim, kültür kavramını ne kadar daraltırsak daraltalım bu kavram her zaman bir insan toplumunun varlığını kabul etmektedir.
İnsan uygarlığı genel oyun kavramına hiçbir temel özellik katmamıştır. Bazı çizgileri görmek için, yavru köpeklerin neşeli oynaşmalarını dikkatlice izlemek yeterlidir. Bunlar bir tür ayini andra tavır ve jestlerle birbirlerini oyuna davet etmektedir.
Oyunda, yaşamın doğrudan gereksimini aşan ve eyleme anlam katan bağımsız bir unsur "oynamaktır." Her oyun bir anlam taşır. Hangi açıdan ele alınırsa alınsın oyunun, kasıtlı karakteri, özünün içinde yer alan maddi olmayan bir unsurun varlığını açık etmektedir.
İnsan toplumunun büyük ilkel faaliyetleri zaten oyunla iç içedir. İnsanın iletişim kurabilmek için kullandığı yüce araç dili düşünecek olursak; insan, dili sayesinde nesneleri ayırmakta, tanımlamakta, fark etmeden adlandırmaktadır.
Soyutun her ifadesinde bir simge vardır ve her simge bir oyunu içerir. Böylece insanlık, doğa evreninin yanındaki hayal edilmiş ikinci evren olan varoluşun ifadesini hep yeniden yaratmaktadır.
Evrenin varoluşu inancı doğuyor doğal olarak, ilkel topluluk, kendine dünyanın esenliğini güvenceye almak, olarak sağlayan ayinler düzenlemek, inanışlar büyün bunlar kültür ile de iç içe girmesi ne kabul edilmiş ne de ifade edilmiştir.
Oyun fikri düşünce tarzımızda ciddiyet fikrinin karşıtıdır.
Oyun-ciddiyet antitezi, daha yakından ele alınınca bize, ne sonuca ulaştırıcı ne de sağlam gelmektedir.
Hilal DİLCİ
Kaynakça
-Prof. Dr. Artun, Erman, Anonim Türk Halk Edebiyatı Nesri, Karahankitapevi, Adana 1. Baskı, 2011
-Huizinga, Johan, Kültür Olgusu olarak oyunun Doğası ve Anlatımı, Makale
-Dönmez, Mustan,Banu Türk inançsal Halk Danışlarının Fihürlerine Bir bakış, ODÜ, Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi
-And, Metin, Oyun ve Bügü, Türk kültüründe Oyun kavramı, YKY, 3.baskı İstanbul, Şubati 2012
1 Yorumlar
Ben çok beğendim. Çok hoş bir değinme olmuş. İyi çalışmalar dilerim.
YanıtlaSil